Koronavirüs salgını en başta tedarik zinciri olmak
üzere çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren şirketlere olumsuz etkiler
yansıtmaktadır. Bu sebeple, şirketler yeni ticari bir faaliyete başlamadan önce
olası riskleri hesaplamak amacıyla, kamu kuruluşlarının salgının önlenmesi
amaçlı yayınladığı ithalat/ihracat, gümrük ve taşımacılık kısıtlamaları
hakkında son gelişmeleri takip etmelerini ve bu konularda ayrıca ticari
faaliyet gösterdikleri ülkenin mevzuatı ile ilgili yerel danışmanlık ve hukuk
hizmeti almasının faydalı olacağına inanıyoruz. Ayrıca şirketler, salgının
yayılmasını önleyici olarak alınan tedbirlerin, müşterileri ve tedarikçileriyle
devam eden ticari sözleşmelerinden doğan yükümlülükleri için olası olumsuz
sonuçlarını incelemeli ve karşı tarafla vakit kaybetmeksizin iletişime geçip
alınabilecek tedbirleri ortaklaşa tespit etmeleri, ticari hayatın devamlılığı
için yararlı olacaktır.
A. Kamu Kurum ve Kuruluşları Tarafından
Alınan Başlıca Tedbirler
Aşağıda Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarının salgın
tehdidini önleyici tedbirler kapsamında aldığı, başlıca gümrük ve taşımacılık
ile ilgili sınırlandırmalar ile ithalat ve ihracat kısıtlamalarına dikkatinizi
çekmek istiyoruz. Salgının ülkemizde ortaya çıkmasından itibaren
kara, demir ve hava yollarında sınırlardan geçişlere çeşitli kısıtlamalar
getirilmeye başlanmıştır. İran-Türkiye sınırından araç geçişleri
yapılmamaktadır. Irak-Türkiye sınırında araçlar tampon bölgede sürücü veya
römork değişikliği ile taşımaları gerçekleştirilebilmektedir. Kapıkule Sınır
Kapısından ülkemize Türk sürücüleri tarafından gerçekleştirilen taşımalarda
sürücü değişimine ek olarak römork değişim sistemi için onay verilmiştir. Salgının
görüldüğü belli ülkelerin ³ vatandaşları olan yabancı
sürücülerin Türkiye’ye girişine izin verilmemektedir.
- 28 Mart
2020 tarihinden itibaren kargo uçuşları istisna olmak üzere tüm dış hat
uçuşlar durdurulmuştur.
- Gümrükler
Genel Müdürlüğü tarafından 24 Mart 2020 tarihli “Coronavirüs Tedbirleri”
konulu duyuruda (Sayı: 75705452-952.03.03.05) Gümrük idareleri tarafından
sunulan birtakım hizmetlerin ⁴ e-devlet veya Ticaret Bakanlığı
internet sayfası üzerinden ulaşılacak programlar ile yapılmasının mümkün
hale getirildiği bildirilmiştir.
- Gümrükler
Genel Müdürlüğü tarafından 20 Mart 2020 tarihli ve 52856264-106.03 sayılı
Coronavirüs Tedbirleri Yetkilendirilmiş Yükümlü Başvuruları Konulu
Dağıtımlı Yazısı yayımlanmıştır.
- 18 Mart
2020 tarihli ve 31072 sayılı Resmi Gazete’de İhracı Kayda Bağlı Mallara
İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: İhracat 2006/7)’de Değişiklik Yapılmasına Dair
Tebliğ (İhracat 2020/5) yayımlanmıştır. İlgili Tebliğ uyarınca Etil Alkol,
Kolonya, Dezenfektan, Hidrojen Peroksit ve Meltblown Kumaş İhracı Kayda
Bağlı Mallar Listesine eklenmiştir.
- Uluslar
ararası sefer yapan Türk ve yabancı bayraklı gemi ve deniz araçlarının
Liman Tek Pencere Sistemi üzerinden liman sahasına girmeden önce yaptığı
bildirimler hakkında değişiklikleri içeren Coronavirüs (Covid-19)
Tedbirleri ile ilgili Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Denizcilik Genel
Müdürlüğü’nün 2020/2 sayılı Genelgesi 16 Mart 2020 tarih ve 19370 sayılı
yazıları ile yayımlanmıştır.
- 13 Mart
2020 tarihinde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hangi amaçla olursa
olsun tüm ülkelerden gelen egzotik hayvanlar ile omurgasızlar, amfibik
hayvanlar, köpek, kedi, gelincik, süs balıkları, sürüngen, kemirgen, evcil
tavşan ve tüm kuşların yolcu beraberi ve ticari kapsamda ülkeye girişi
askıya alınmasına karar verilmiştir.
- 12 Mart
2020 tarihinde Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün 0216608-100 sayılı
Koronavirüs Nedeniyle Gümrük Kanunun 46. Maddesi Kapsamı Sürelere İkinci
Ek Süre Talebi hakkında yazısı yayımlanmıştır.
B. Özel Hukuk Kapsamında Dikkat Edilmesi
Gereken Hususlar
I. Sözleşmelerde Mücbir Sebep Klozu
Koronavirüs salgının, taraflar arasında devam eden iş
ilişkisine etkilerini değerlendirebilmeleri için öncelikli olarak
sözleşmelerinde mücbir sebep (“force majeure”/”höhere Gewalt”)
halini düzenleyen açık hükümlerin olup olmadığını kontrol etmeleri ve salgın
hastalıkların bu madde kapsamında nasıl değerlendirileceği hususunu
incelemeleri gerekmektedir. Özellikle mücbir sebep klozu içeren bir sözleşmede
etkilenen tarafın, söz konusu durumun ortaya çıkmasından itibaren karşı tarafa
mücbir sebebin borcun ifasını imkansız hale getirdiğine dair bildirimini hangi
süre ve şekil şartı ile açıklaması gerektiği hususlarına dikkat etmesi
gereklidir. Eğer, mücbir sebepten olumsuz etkilenen taraf sözleşmede belirlenen
şekil şartları uyarınca zamanında bildirim yapmaz ise, karşı tarafın uğradığı
zararlardan sorumlu tutulabilmesi imkanı doğabilecektir. Taraflar arasında
akdedilen sözleşme kapsamında mücbir sebep klozu, bu klozun bulunması veya
bulunmaması ile uyarlama klozu ile iç içe geçmesi hususları aşağıda detaylıca
incelenecektir.
II. Türk Hukukunda Mücbir Sebep Kavramı
Türk Borçlar Kanunu’nda açık bir mücbir sebep tanımı
bulunmamaktadır. Ancak örneğin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesinde
mücbir sebepler olarak “Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine
getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve
su basması gibi afetler; Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi
gaybubetler; Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve
vesikalarının elinden çıkmış bulunması” gibi haller sayılmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/444 E., 2019/1083
K. numaralı kararında mücbir sebebin unsurları aşağıdaki gibi belirlemiştir:
“Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu
olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri
bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında
kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep nedeniyle zarar veren, bir davranış
normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlâl etmiş olmalıdır. Yine mücbir
sebep, davranış normunun ihlâli ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve
kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalıdır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir
sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir
sebebin bir diğer unsuru ise öngörülmezliktir.”
Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/90 E,
2018/1259 K. numaralı kararında mücbir sebebi “sorumlu veya borçlunun
faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya
borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı
konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olay” olarak tanımlamış ve deprem,
sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetlerin mücbir sebep kapsamında
olduğunu tespit etmiştir.
Netice itibari ile bir olayın mücbir sebep olarak
değerlendirilebilmesi için öngörülen şartlar, Yargıtay içtihatları kapsamında
şu şekilde sıralanabilir:
- Mücbir
sebep, tarafların kontrol alanları dışında gerçekleşmelidir.
- Hukuki
ilişkinin kurulduğu tarihte mücbir sebep öngörülemez olmalı veyahut
etkisinin bu denli kapsamlı olacağı öngörülememelidir.
- Tüm
önlemler alınmasına rağmen mücbir sebebin sözleşme ediminin ifasını
imkansızlaştırması gerekmektedir.
- En
önemlisi, ilgili ticari ilişkiye temel oluşturan sözleşme kapsamında
ilgili olay mücbir sebep olarak tanımlanmalıdır.
Elbette, bu temel kriterler bir yana, Yargıtay’ın
mücbir sebep oluşturduğu iddia edilen olayın benzer hukuki ilişkilere etkisi ve
tarafların tacir olup olmadığı gibi hususları da değerlendirmesi gerekecektir.
Bu kapsamda aşağıda da detaylıca inceleneceği üzere
hali hazırda yaşamakta olduğumuz COVID-19 pandemisinin sözleşmelere olası
etkisi iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak mücbir sebep sonucu ifanın
imkansızlaşması, ikinci olarak ise ifanın imkansızlaşmaması ancak aşırı ölçüde
güçlenmesi mevzubahis olacaktır.
İlgili Yargıtay’ın içtihatları ile son günlerde kamu
kurum ve kuruluşları tarafından alınan yurt genelinde yürütülmekte olan dava
açma, icra takibi başlatma, zamanaşımı ve hak düşürücü süreler olmak
yargılamalara ilişkin sürelerin durdurulması ile icra ve iflas takip
işlemlerinin durdurulması kararları, okulların, sosyal ve eğlence mekanların
kapatılması, yurtdışı seyahat yasakları ile Sağlık Bakanlığı’nın başta 65 yaş
üstü kişiler ve kronik rahatsızlığı olan kişilerin sokağa çıkma yasağı olmak
üzere vatandaşların mümkün olduğunca evden dışarı çıkmaması çağrısı gibi
koronavirüs salgının yayılmasının önlenmesi amaçlı tedbirler düşünüldüğünde bu
salgının mücbir sebep kapsamında değerlendirilmesi her ne kadar tarafımızca
doğru ve yerinde olsa da her bir olay ilgili sözleşme, taraflar ve tarafların
faaliyet gösterdiği ticari alan kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmeli ve hali
hazırda yaşanan durumun mücbir sebep mi yoksa aşırı ifa güçlüğü mü olduğu
tartışılmalıdır. Örneğin, son olarak 24 Mart 2020 tarihinde Hazine ve Maliye
Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada Koronavirüs salgının neden olduğu ekonomik
tahribata karşı devreye alınan Ekonomik İstikrar Kalkanı tedbirleri kapsamında
vergi süreçleri bakımından mücbir sebep hükümlerinden faydalanacak mükellefler
için hazırlanan genel tebliğde, mücbir sebep hali kapsamındaki sektörler ve
bunlar altında yer alan iş kolları belirlenmiştir. Salt olarak bu husus dahi,
tarafların faaliyet gösterdiği ticari alanların, hali hazırdaki durumun
tayininin mücbir sebep mi yoksa aşırı ifa güçlüğü mü olacağı noktasında karar
verilmesi açısından önemini vurgulamaktadır. Söz konusu faaliyet alanlarına
Perakende Ticaret ve Alışveriş Merkezleri, Demir Çelik ve Metal Sanayisi,
Otomotiv, Lojistik-Ulaşım, Sinema ve Tiyatro Faaliyetleri, Konaklama, Yiyecek
ve İçecek Hizmetleri, Tekstil ve Konfeksiyon Faaliyetleri, Etkinlik ve
Organizasyon, Sağlık Hizmetleri, Mobilya İmalatı, Madencilik ve Taş Ocakçılığı,
İnşaat, Endüstriyel Mutfak Ekipmanları, Araç Kiralama ve Basılı Yayın ve
Matbaacılık alanları dahil edilmiştir. Bu sebeple, en başta söz konusu sektörlerde
faaliyet gösteren şirketlerin, tamamıyla işletmeleri dışında ve kendi
kontrolleri haricinde meydana gelen ve daha önceden öngörülemeyecek bu salgının
ortaya çıkardığı nedenlerle bir kısım yükümlülüklerini yerine getiremeyecek
hale gelebilmeleri sebebiyle, haliyle son günlerde yaşamakta olduğumuz
pandeminin, sözleşmelerin ifası noktasında mücbir sebep olarak sayılacağı
hususu artık açık bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
Yine de yukarıda da belirtildiği üzere taraflar
arasında mevcut ticari ilişkiler bağlamında mücbir sebebin varlığı her bir
somut olay ve borç ilişkisi bakımından ve her bir sözleşme özelinde ayrı ayrı
değerlendirilmelidir. Zira salgın hastalığın söz konusu edimin ifasını ne
şekilde olursa olsun imkansız kılmaması, pandeminin taraflar arasında akdedilen
sözleşme kapsamında mücbir sebep olarak sayılmamış olması durumlarının yanı
sıra sözleşmede hiçbir şekilde mücbir sebep hükmü bulunmaması halinde de
edimlerin ifasının imkansızlığından söz edilebilmesi mümkün olmayabilecek ve bu
durumda aşırı ifa güçlüğü kavramının uygulanması düşünülecektir.
III. Yaşanan COVID-19 Pandemisinin
Sözleşmelere Etkisi ve Mücbir Sebep
Türk Borçlar Kanunu’nun 138. ve 136. maddelerinde
hükme bağlanmış olan aşırı ifa güçlüğü ve borçlunun sorumlu tutulmadığı imkânsızlık
kurumlarının en önemli ortak noktası borçluyu sözleşmenin taahhüt edildiği
şekilde ifa edilmesi yükümlülüğünden kurtarmalarıdır.
Türk Borçlar Kanunu’nda mücbir sebep gibi bir
sözleşmeye konu olan borcun ifasının imkânsız hale getiren bir durumun ortaya
çıkmasında halinde kanunda düzenlenen genel hükümlere başvurulması gereklidir.
Söz konusu kanunun 136. maddesinde, borcun ifası borçlunun sorumlu
tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa, söz konusu borcun sona ereceği
düzenlenmiştir. Bu kapsamda imkansızlık, ifanın sürekli nitelikte, maddi veya
hukuki olgu tarafından engellenmesi anlamına gelir ve hakim görüşe göre
objektif olabileceği gibi subjektif (sadece borçlu için söz konusu olan)
nitelikte de olabilir. ⁵ Bu sebeple, söz konusu salgının önlenmesi
kapsamında alınan tedbirler (örneğin üretim yapılan fabrikanın karantina
bölgesine alınması, belirli mallara getirilen ihracat yasağı gibi) eğer borcun
yerine getirilmesini tamamen imkansız hale getiriyorsa, borcun sona erdiği
düşünülebilecektir. Ancak borçlu objektif kriterlere göre, salgın hastalık olsa
dahi borcunu yerine getirebiliyorsa, taraflar için ifa imkansızlığından ve
böylece borcun ortadan kalktığını söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Yine söz
konusu imkansızlık geçici nitelikte ise, prensip olarak bu imkansızlık borcun
sona ermesine yol açmaz. Sadece ifanın gecikmesine sebep olur (örnek olarak
malın satışının geçici olarak yasak edilmesi). Ancak ifa belirli bir zamanda
yapılabilecekse veya ifa zamanı alacaklı için önem taşıyorsa, o zaman için
ortaya çıkan imkansızlık durumu, ileride ortadan kalkacak olsa dahi kesin
imkansızlık olarak değerlendirilip borcu sona erdirir. Aynı şekilde geçici bir
imkansızlığın ne kadar süreceği öngörülemediği hallerde de kesin imkansızlık
sebebiyle borcun sona erdiği kabul edilmektedir. ⁶
Hali hazırda yaşanan salgının bir sözleşme ilişkisine
etkisinin belirlenebilmesi için elbette sözleşmenin tüm hükümleri bir arada ele
alınmalı ve yorumlanmalıdır. Bu yorumlama, yaşanılan riskin taraflar arasında
nasıl paylaşıldığı noktasına da ışık tutacaktır. Sözleşmenin tamamen
incelenmesi noktasında ilk dikkat edilmesi gereken husus ise sözleşmede mücbir
sebep ve uyarlama klozlarının bulunup bulunmadığına bakılmasıdır zira
sözleşmede bu tarz hükümlerin yokluğu halinde oluşan riske kimin katlanacağı,
sözleşmedeki tüm verilerin değerlendirilmesi ve sonrasında Türk Borçlar Kanunu
hükümlerini taraflar arasındaki ticari sözleşme ilişkisine ne şekilde
uygulanacağının tespit edilmesi ile karara bağlanabilecektir.
Şayet taraflar arasında akdedilen sözleşme kapsamında
bir mücbir sebep veya uyarlama hükmü bulunmuyorsa borcunu ifa etmede güçlük
yaşayan borçlu bakımından Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan borçlu temerrüdü
(TBK m. 117 vd.), borçlunun sorumlu olmadığı imkansızlık (TBK 136) ve aşırı ifa
güçlüğü (TBK m. 138) düzenlemeleri tartışılmaya başlanacaktır. Yaşanan
pandeminin, borçlunun sorumlu olmadığı ve onun etki alanından kaynaklanmayan
bir durum sayılacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla borçlunun sorumlu olduğu
ifa imkansızlığının kural olarak gündeme gelmesi pek mümkün değildir. Lakin,
taraflar arasında akdedilen sözleşme hali hazırda yaşanan pandeminin
öngörüldüğü veya öngörülmesinin bekleneceği bir zaman diliminde akdedilmişse
(örneğin Nisan 2020) ve borçlu borcunu ifa edemez duruma düşerse, alacaklı
taraf borçlunun sorumlu olduğu ifa imkansızlığı düzenlemesini (TBK m. 112)
ileri sürebilecektir. Buna göre; borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse
borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının
bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür. Basiretli bir tacir olma kriteri
de göz önüne alındığında, hali hazırda yaşanan pandeminin ticari ilişkilere
etkisinin göz ardı edilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla güncel koşullar
altında borcun ifa edilmesinin güç veya imkansız olacağını bilerek bir sözleşme
akdeden borçlunun söz konusu sözleşme yükümlülüklerini yerine getirememesi
durumunda hali hazırda yaşadığımız COVID-19 salgınını ileri sürerek borçtan
kaçınması mümkün olmayacaktır. Bu kapsamda hali hazırda yeni kurulan ticari
ilişkiler açısından tarafların ticari durumlarını en özenli şekilde
değerlendirmeleri, ileride yaşanması muhtemel problemleri öngörmek için ihtimam
göstermeleri ve ticari sözleşmelerini bu bilinçle akdetmeleri önemlidir.
Diğer bir yandan, sözleşmede bir mücbir sebep veya
uyarlama klozu bulunuyor ise de, yine bu unsurlar güncel durumun çözümünde
kesin ve net bir çözüm vermeyebilir. Zira bu kapsamda sözleşmelerde yer alan bu
hükümlerin, zaman zaman birbiri ile iç içe geçtiği görülmektedir.
Sözleşmelerde, işbu kavramlar sıklıkla birlikte kullanılmakta ve aralarındaki
sınırlar belirsizleşmektedir; mücbir sebep hükümleri zaman zaman “uyarlama”nın
sonuçlarına da bağlanabilmektedir. Sonuç olarak sözleşmedeki mücbir sebep hükmü
eğer taraflar arasındaki ticari ilişkinin uyarlanmasına ilişkin bir özellik
taşıyor ise bu halde bahsi geçen mücbir sebep klozunun uyarlama hükmü olarak
dikkate alınması durumu ortaya çıkacaktır. Netice itibari ile tarafların
herhangi bir ticari sözleşme hazırlama noktasında belirsiz ifadelerden
kaçınması, ilgili klozları keskin sınırlar ile birbirinden ayırması; ileride
oluşabilecek belirsizliklerin önüne geçilmesi noktasında önem arz etmektedir.
Ancak bu noktada ortaya çıkacak başka bir husus yine “öngörülemezlik” kavramı olacaktır.
Zira sözleşmeler kapsamında üzerinde anlaşılan mücbir sebep ve uyarlama
klozları tarafların öngörebildikleri durumlar ile sınırlıdır. Mücbir sebebin
tanımı gereği, tarafların öngöremediği bir olayın yaşanması durumunda ise yine
sözleşmenin sona erdirilmesi gündeme gelmektedir.
Hali hazırda yaşamakta olduğumuz pandemi durumunda
dünya çapında yaşanan bir diğer gelişme de “mücbir sebep” serfikalarıdır. Örnek
olarak, Çin Uluslararası Ticareti Teşvik Konseyi (“CCPIT”) tarafından yaşanan
pandemi için mücbir sebep sertifikaları verilmeye başlanmıştır ki gelecek
günlerde söz konusu belgelerin de hukuki mahiyetleri ve ticari sözleşmelere
etkileri tartışılmaya başlanacaktır. Hali hazırda Türkiye Cumhuriyeti
otoriteleri tarafından böyle bir sertifika uygulamasına geçilmemiş olsa da,
yaşanan pandeminin küresel alanda mücbir sebep sayılmasının hukukumuza etkisi
göz ardı edilemeyecektir.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ise, ifa
imkansızlığı nedeniyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu
edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz
kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybetmektedir. Kanun veya
sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu
durumlar, bu hükmün dışındadır. Yine kanunun 136. maddesinin 3. fıkrasında,
borçlu ifanın imkansızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın
artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle
yükümlü olduğu düzenlenmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 137. maddesinde ise kısmen ifa
imkansızlığı düzenlenmiş ve bu halde boçlunun, borcunun sadece imkansızlaşan
kısmından kurtulduğu belirtilmiştir. Ancak yine söz konusu maddede, bu kısmi
ifa imkansızlığı taraflarca önceden öngörülseydi böyle bir sözleşme
yapılmayacağı hususu açık ise, borcun tamamının sona ereceği kabul edilmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen bir husus ise
“geçici ifa imkansızlığı” olarak karşımıza çıkmaktadır. Doktrinde ve
Yargıtay’da ise işbu durum tartışmalıdır. Bir görüşe göre geçici ifa
imkansızlığı borcu sonra erdirmemekte, ilke olarak borçlu temerrüdüne yol
açmakta iken diğer bir görüşe göre ise geçici imkansızlık tarafların
iradelerine uygunsa, ifa tarihinin imkansızlığın ortadan kalkmasına kadar
ertelenmesi gerekmektedir. Tarafımızca da uygun olan ikinci görüş, Yargıtay
tarafından da benimsenmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 28.04.2010 tarih
2010/15-193 E. 2010/235 K. sayılı kararı ile aşağıdaki esasları kabul etmiştir:
“İfa imkansızlığı borcu sona erdiren
nedenlerdendir. Gerçekten B.K. madde 117/1 ‘e göre ” borçluya isnat olunamayan
haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa borç sakıt olur”.
İfa imkansızlığı ortaya çıkış
nedenlerine göre bazı ayırımlara tabi tutulmaktadır. Bu ayırımlardan birisi de
objektif imkansızlık (daimi imkansızlık) – geçici imkansızlık ayırımıdır. Şayet
ifa imkansızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil, herkes için söz
konusu ise buna objektif imkansızlık denilmektedir. Objektif imkansızlıkta
sözleşme esasen B.K. md.20 uyarınca butlanla batıldır (geçersizdir) ve ayrıca
feshi gerekmez. Halbuki geçici imkansızlıkta akdin ifası (icrasının istenmesi)
bir hadisenin gerçekleşmesine bağlıdır. Ancak o hadise tahakkuk ederse akdin
icrası istenebilir. Somut olayda taraflar bu hadiseyi taşınmaza imar durumu
alınması şartına bağlamıştır. Her iki taraf da sözleşmenin yapıldığı tarihte
geçici imkansızlığı bilmekte iken 27.9.1995 tarihli sözleşme yapılmıştır.
Şüphesiz geçici imkansızlığın varlığı,
beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu
getirir. Bu konudaki kural “ahde vefa=söze sadakat” ilkesi gereği tarafların
sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o
sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de
bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici
imkansızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine “akde
tahammül süresi” denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her
somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir.”
Salgın hastalığın yayılması sebebiyle şayet bir borcun
ifası imkansızlaşmamış olmakla beraber, aşırı derecede güçleşmiş ise Türk
Borçlar Kanunu’nun 138. maddesinde “aşırı ifa güçlüğü” başlığı altında
düzenlenen hükmün uygulanması söz konusu olabilecektir. Buna göre sözleşmenin
yapıldığı sırada taraflarca öngörülemeyen ve öngörülmesi beklenmeyen olağanüstü
bir durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması ve sözleşmenin
yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük
kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi halinde,
bundan olumsuz etkilenen taraf – borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı
ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş ise – hakimden
sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme; bunun mümkün olmadığı takdirde
ise, sözleşmeyi sona erdirme hakkı bulunmaktadır. Sürekli edimli sözleşmelerde
borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
C. Sonuç
Bilindiği üzere hali hazırda COVID-19 pandemisinin
Türkiye’de mücbir sebep olarak kabul edilip edilmediği yönünde herhangi bir
resmi beyan mevcut olmadığı gibi konu hakkında bir Yargıtay kararı da
bulunmamaktadır. Ancak bu noktada resmi makamlarca yapılan diğer açıklamalar ve
alınan diğer tedbirlerin (Eğitim-öğretim faaliyetlerine ara verilmesi, icra
iflas takipleri hakkında yapılan düzenlemeler, hukuki alanda işleyen sürelerin
durdurulması, sınırlı sokağa çıkma yasağı getirilmesi) göz ardı edilmemesi
gerekir. Ek olarak, Yargıtay’ın mevcut kararlarına konu olan domuz gribi, kuş
gribi gibi diğer salgın hastalıklar göz önüne alındığında hali hazırda yaşanan
pandeminin dünya çapında hızla yayıldığının kabulü aşikardır. Bu tip nedenler
ile özellikle Çin, İran, İtalya, İspanya gibi salgından büyük ölçüde etkilenen
ülkelerin dahil olduğu ticari ilişkiler açısından söz konusu durumun mücbir
sebep olarak değerlendirilmesi olasıdır. Ne var ki, içinde bulunduğumuz durumda
COVID-19 pandemisi için net bir değerlendirme yapılması mümkün değildir. Bu kapsamda
Yargıtay’ın mücbir sebep değerlendirmesi yaparken göz önüne alındığı kıstaslara
dikkat etmek gerekmektedir. Yargıtay’ın her durumda basiretli tacir kavramına
önem verdiği, ahde vefa ilkesini benimsediği ve sözleşmede tanımlanan mücbir
sebebin kapsamına dikkat ettiği ise elbette unutulmamalıdır.
Haliyle taraflar öncelikle imzaladıkları sözleşmelerin
mücbir sebep ile ilgili açık bir madde içerip içermediğini incelemeli ve
sözleşme kapsamındaki edimlerin ifasını olumsuz şekilde etkileyen söz konusu
sebebin bu madde kapsamında ele alınıp alınmayacağını değerlendirmelidir.
Ardından taraflar ivedilikle birbirleriyle görüşerek ilgili sözleşme
kapsamındaki bu maddenin belirlediği adımları atmaya başlamadırlar. Ayrıca
sözleşmede belirtilen süre, yazışma ve şekil şartlarına uyumlu bir şekilde
karşı tarafa bildirimlerde bulunup, edimlerin ifasının imkansızlığı veya
güçleşmesi sebebiyle doğabilecek zararları mümkünce azaltmaya çalışmak için
karşılıklı iletişim ve müzakerelerde bulunmaları faydalı olacaktır.
Söz konusu salgın hastalıktan dolayı ticari
faaliyetleri olumsuz etkilenen şirketlerin, ileride yapacakları sözleşmelerde
bu hususları açık şekilde düzenleyen bir madde koymaları kendileri açısından
faydalı olacaktır. Ayrıca hali hazırda devam eden sözleşmelerinde mücbir sebep
ve bunun taraflar için doğuracağı sonuç ve yükümlülükler ile ilgili bir hüküm
yoksa, taraflar mevcut sözleşmelerine yapılacak bir ek ile ileride böyle bir
durumun tekrarlaması halinde oluşacak belirsizlikleri bertaraf
edebileceklerdir. Yukarıda da belirtildiği gibi, taraflar her halükarda ahde
vefa ilkesinin varlığını göz ardı etmemelidir. Zira olası bir uyuşmazlık
halinde ahde vefa yükümlülüğüne ve dürüstlük kuralına uygun davranan taraf
açısından lehe sonuçlar doğması kaçınılmazdır.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise
uzun süreli ticari ilişkiler kapsamında sözleşmenin sona ermesinin her zaman en
mantıklı çözüm olmayacağıdır. Yaşanan pandeminin riskleri azaldığında veya
tamamen ortadan kalktığında tarafların menfaatlerinin sözleşmenin devamı
yönünde olacağı uzun süreli ticari ilişkilerde TBK m. 138, en mantıklı opsiyon
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Belirtilmelidir ki yaşanan
pandeminin etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmış değildir. Her ne kadar süreç
hızla devam etmekte ve salgın dünya çapında yayılmakta ise de yukarıda
incelenen temel hukuki esasların yargıya nasıl etki edeceği belirsizdir. Bu
nedenle hali hazırda borcun ifasında zorlanan tarafların öncelikle akdedilen
sözleşmeleri müzakere etmeleri en faydalı ve pratik çözüm olacaktır.